Amaç: İleri glikasyon ürünleri(AGE), proteinlerin veya lipidlerin, reduktif şekerlerle uzun süreli reaksiyonları sonucu oluşan kompleks moleküllerdir. Bu reaksiyonlar, non-enzimatik glikasyon ve oksidatif stres yoluyla gerçekleşir ve vücutta birçok kronik hastalığın gelişimine katkıda bulunabilir. AGE'lerin birikimi dokularda fonksiyonel bozukluklara neden olabilir. Bu moleküller, çeşitli kanser türlerinin gelişimi ve ilerlemesi üzerinde etkili olabilecek biyolojik mekanizmaları tetikleyebilir. Literatürde kolon ve pankreas kanseri gibi birçok kanser ile AGE ilişkisi gösteren yayınlar bulunmaktadır. Çalışmamızda meme kanseri ve AGE arasındaki ilişkiyi görtermeyi amaçladık.
Gereç-Yöntem: Çalışmamızda meme tanısı alan evre 2-3 hastalar ve yaş, demografik özellikleri benzer sağlıklı kontrol grubu vardır. Dışlama kritereri arasında diyabet, akut/kronik böbrek yetmezliği, karaciğer hastalığı, kronik inflamatuar hastalık ve akut enfeksiyon bulunmaktadır. Hastalardan operasyondan önce ve operasyondan 24-48 saat sonra toplam 2 defa, kontrol grubundan 1 defa sabah açlık venöz kan alındı ve likit kromotografi yöntemi ile AGE ölçümü yapıldı. AGE olarak Glyoxal (GO) and Methylglyoxal (MGO) ölçümleri yapıldı.
Bulgular: Çalışmaya 60 meme kanseri ve 21 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Hasta grubunda GO ve MGO düzeylerinde düzeyleri kontrol grubundan alnlamlı düzeyde yüksek bulundu(p<0.001). Operasyon sonrasında, öncesine göre anlamlı düzeyde düşük GO ve MGO saptandı. Meme kanseri alt grupları arasında (hormon reseptörü pozitif, her2 pozitif, üçlü negatif) AGE düzeyi değişimi arasında fark görülmedi. Yaş, lenf nodu ve menopoz durumu ile AGE düzeyleri arasında korelasyon görülmedi.
Sonuç: AGE'lerin yüksek ısıda işlenmiş gıdalar gibi beslenme yoluyla alınması kanser riskini artırabilir. MGO'nun artan glikolitik akıştan kaynaklanan bir ürün olduğu ve bu metabolitin kanser hücrelerinin büyümesini destekleyebileceği belirtilmektedir. Ameliyat sonrası AGE düzeylerindeki belirgin azalma, tümör yükünün AGE düzeyi üzerinde etkili olabileceğine işaret etmektedir. Yapılan çalışmalarda kanser hastaları için predikte edici bir AGE düzeyi belirlenememiştir. Endojen ve ekzojen kaynaklı olabilen ve kişiler arasında farklılık gösteren AGE'lerin kanser tedavisinde kişiye özel prognostik bir biyomarker olarak kullanılabilmesi bu alanda yapılacak çalışmalar ile umut vadedici olabilir.